AlbümlerKült Albümler

Levent Yüksel | Med Cezir (1993)

Levent Yüksel efsanesinin unutulmaz ilk albümü Med Cezir, zamansız melodileri ve ekseriyetle Sezen Aksu’nun kaleminden çıkan derin sözleriyle Türkçe pop müziğin en değerli miraslarından biri. Bu yazı, 90’ların büyüsünü hâlâ yaşatan albüme bir güzelleme niteliğinde; hem nostaljik bir yolculuk hem de müziğin bizi birleştiren gücüne bir övgü.

Selamlar!

Normal koşullarda “Benim haddime değil ya” diye diye ertelediğim bir albüm yazısıydı bu, ancak geçtiğimiz günlerde çokça sevdiğimiz Replikas’tan Gökçe Akçelik’in 47 yaşında buralardan ayrılması bizi bir hayli sarsmış olacak ki pusulayı bizim zamanlarımıza döndürmek iyi hissetmenin ve o kalp kıran eksilme hissine karşı birbirimizi sarıp sarmalamanın bir yoluymuş gibi geldi.

Tanıdık sesler ve yüzler eksiliyor, düzen değişiyor, hayat öyle ya da böyle ilerliyor. Ve o zamanlar sahip olduğumuz niteliğin elimizden yavaş yavaş kayıp gittiğini bile bile ben ısrarla 90’ların çocuğu kalmakta ısrar ediyorum. O yüzden Erkin’in muazzam donanımıyla hem 70-80’leri hem de günümüzü coşturduğu bu platformda bir diğer Türkçe pop albümüyle odağı bu defa 90’ların tam ortasına çevirmeyi hedefliyor ve bunun için Med Cezir’den daha isabetli bir albüm hayal edemiyorum.

Albüme Genel Bakış

Klasik bir başlangıçla önce şu aralar 60 yaşına olduğuna inanmanın çok zor olduğu Levent Yüksel’den bahsetmek istiyorum, ama nasıl yapılır, bilemiyorum. Sanki hepimiz yaş aldık da o hep olduğu gibi, ilk bildiğimiz haliyle kaldı. Kendini ve şarkılarını bu kadar koruyabilen çok az kişiye rastlıyoruz bence, haliyle Med Cezir gibi bir albüme tanıklık ettiğimiz için şanslı hissediyorum.

Antalya’da doğup büyüyen Yüksel’in müziğe olan ilgisi onu liseden sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda kontrbas bölümüne doğru yönlendirdiğinde bas gitarist olarak çalışmaya başlıyor ve belli ki yolu da böylece şekilleniyor. Askerden döndüğünde bir gece kulübünün orkestrasında Sertab Erener ve Fatih Erkoç gibi yakından tanıdığımız iki isimle çalışmaya başlıyor ve burada geçen iki seneden sonra bizi bu albüme götüren dönüm noktası olan Sezen Aksu’yla karşılaşıyor. Aykut Gürel aracılığı ile Aksu’nun Sertab Erener haricinde Yıldız Tilbe ve Aşkın Nur Yengi gibi isimlerden oluşan ekibine bas gitarist olarak katılmasının ardından albümde de sıklıkla imzasını göreceğimiz Uzay Heparı ile de hayallerini sürdürmeye devam ediyor. 80’lerin ortalarına denk gelen bu birliktelik o dönem Aşkın Nur Yengi’nin ilk albümü olan Sevgiliye için Sezen Aksu’nun kayıtlarına başladığı dönem de aynı zamanda. 90’da yayınlanıp büyük başarıya ulaşan bu albümü iki yıl sonra yine Aksu’nun yapımcılığını üstlendiği Sertab Erener’in Sakin Ol! albümü takip ediyor ve kadroya baktığımız da bu albümün de büyük ses getirmesi asla bir sürpriz değil. O aralar albüm yapmak gibi bir niyeti hiç olmayan Levent Yüksel ise minik serçenin ısrarlarına dayanamıyor ve açılış şarkısının girişiyle beni her seferinde kalbimden vuran ilk albümünün kayıtlarına başlıyor…

Ekim 92’de başlayıp 5 ay süren bir hazırlıkla Mart 93’te Tempa & Foneks etiketiyle raflardaki yerini alan Med Cezir, sanırım bizim ve üst kuşaklarımızın çabasız ezbere bildiği nadir albümlerden. Çıktığı ilk günden itibaren müthiş bir başarı yakalamakla birlikte o yıl olduğu gibi “Best Of” nedir ne değildir, yıl olmuş 2025’e çeyrek kala, bize hâlâ tabela gibi gösteriyor. Albümdeki 10 şarkıdan 9’u tabii ki “Benim adıma ilk şarkıyı yazan kişidir” dediği Sezen Aksu’nun kalemine teslim. Eminim o da bugün dinlediğinde bile “Güzel yazmışım vallahi” deyip kendi yanaklarından bir makas alıyordur, yani ben Uçurtma Bayramları’nı yazmış olsam öyle yapardım.

Şampiyonlar Ligi…

Albüme eli değen isimlere baktığımda bu kalıbı kullanmaktan başka bir şey gelmiyor elimden ne yazık ki. Levent Yüksel sanki hayattaki bütün şansını bu albümde kullanmış ve zirvede bırakmış gibi. Bu sonradan yaptığı işler kötü demek değil, zaten ortada Zalim ya da Yas gibi şarkılar söz konusuyken buna kalkışmak en hafif tabiriyle ayıp olur ama kendi adıma Med Cezir’den aldığım tadı başka bir işinden almadığımı da net bir dille söyleyebilirim. O yüzden bu ekibe olan övgülerimi şimdilik bir kenara bırakarak albümdeki şarkılara sırasıyla bir göz atmak isterim:

1. Yeter ki Onursuz Olmasın Aşk
2. Med Cezir
3. İstanbul
4. Kadınım
5. Beni Bırakın
6. Tuana
7. Uçurtma Bayramları
8. Dedikodu
9. Bu Gece Son
10. Yeniden Başla

İkonik başlangıç nedir, nasıl yapılır?

Gönlüm tabii ki hepsini tek tek yazmak istiyor çünkü albümün tek bir boşu yok. Ancak uzatıp sıkmamak adına birkaç gözümün bebeğinden bahsedip kalanlarına “iyi ki buradasınız” selamı verip sonlandırmayı planlıyorum. (Zeki Müren’in Kahır Mektubu gibi yazdı.) Albümün ilk şarkısı Yeter ki Onursuz Olmasın Aşk. En az yazının tümü kadar beni zorlayan bir şey bu şarkının hakkını vermek. Gates of Babylon’un Rainbow şarkısını hafif andıran girişiyle bizi usul usul ama aynı zamanda gümbür gümbür bir şeye çağırıyor, ve tabii ki koşulsuz teslimiz. Girişteki cümbüşe (ben gitar sanıyordum, ama in Ekşi Sözlük we trust) Erdem Sökmen’in gitarı ve Levent Yüksel’in yanık sesi eşlik edince her an bir yerden İspanyol kadınlar çıkıp eteklerini sağa sola savura savura dans edecekmiş gibi hissediyorum. Şarkının kalemi daha önce bahsettiğim gibi Sezen Aksu’ya ait, o yüzden “penceremi aç, yatağıma gel” diye başlarda çok davetkar olan sözlerin sonrasında “ölürüm yoluna, ölürüm de yine boğun eğmem” diye adeta bir meydan okumaya dönüşmesi bize hiç şaşırtıcı gelmiyor, çünkü şarkıya enfes bir vokalle de destek veren minik serçe aşkı tam olarak böyle yaşıyor. Düzenlemesini Uzay Heparı’nın yaptığı şarkı çıktığı dönemde de o kadar sevilmiş ki birçok kişi tarafından tekrar söylenmiş. Sanırım bunlardan en aklımda kalanı kişiliği ile yıldızımız barışmasa da 93 yılındaki performansı ile Yıldız Tilbe oluyor. Kenan Doğulu vokalliğinde hakikaten dupduru bir sesle söylediği kaydı buraya iliştiriyor ve kalbimizin diğer yarısı Med Cezir’e geçiyorum.

Hani bazı şarkılar vardır, girişini duyduğunuz anda başınız yana doğru eğilir, gülümser ve ufak bir “yaaa” dersiniz. İşte Med Cezir benim için o şarkı. Ne zaman o introyu duysam çok tanıdık bir yerdeyim, kalbim yumuşacık ve hiçbir acelem yok. Sözler Aksu’nun, beste Yüksel’in, elbette Heparı da onlarla. Sözlerinin yine çok davetkar olduğu bu şarkıda Levent Yüksel’in sesi kendinden daha emin sanki, ya da ben kendi bestesi diye hafif bir kayırıyorum, bilemedim. Bir aşkı tutkusundan kavgasına kadar her yönüyle bize yaşatan Med Cezir’in bunu yazarken de beni çok az da rahatsız eden tek yönü klavyeden gelen keman sesi olabilir, o da böyle ömürlük bir albümün yanında dert mi Özdenciğim, aşk olsun.

Ve İstanbul. Canım İstanbul. 90’lı yıllarda yılda bir iki kez gitmiş olmanın dışında eski İstanbul’a dair bildiğim hiçbir şey yok ama bu alaturka şarkıyla birlikte Kuzguncuk’tan Galata’ya kadar uzanan bir yolu yürüyorum. O kadar sizi içine çekmeye hazır bir girişle açılıyor ki şarkı, direnebilene helal olsun. Sezen Aksu bir şehre ne kadar duygulu ama aynı zamanda işveli bir şarkı yazılabilirse o kadar yazmış, Fahir Atakoğlu bestesini ve Uzay Heparı da düzenlemesini yaparken ondan aşağı durmamış. Ve 2:29’da başlayan kanun kimin fikri bilmiyorum, fakat İstanbul onsuz olmazmış, bir teşekkür de kendisine.

Uzun tutmamak için verdiğim sözü hatırlıyorum ancak iki şarkıya daha ayrı bir parantez açmam gerekiyor. İlki toplumsal bir travmamızın arka fonunda çalan Tuana. Şarkının bir suçu yok, dünyanın en umutlu şarkılarından biri, ancak biz kan, ter ve gözyaşı ülkesi olduğumuz için zamanlama açısından kendisini biraz beklettik. Birçoğumuzu “sana söz yine baharlar gelecek” diye sokaklarda deli deli dolaştırıp içten içe kara kışlara döndüren bir dönemin en hatırlanır melodisi olabilir Tuana, acayip güzellikte bir şarkı. Albümdeki diğer şarkıların aksine Tuana, İspanyol bir besteden aranjman. İspanyol gitarist ve söz yazarı Paco De Lucia’nın Palenque ismindeki bestesinin üzerine Sezen Aksu birkaç kalem oynatıyor ve bana göre gelmiş geçmiş en umut veren şarkılardan biri oluyor. Erdem Sökmen’in gitar soloları sanki Akdeniz’de bir ülkedeymişiz gibi hissettirirken bu şarkının hakkı olan yanık bir sesi de Levent Yüksel zaten hali hazırda muazzam karşılıyor. Ve son olarak, hakkını vermek isterim, hiç rahatsız etmeden çok baskın olan gitar sololarına bakarsak bence boynuz kulağı geçmiş.

Albümün benim için gizli favorisi açık ara Uçurtma Bayramları. Aynı zamanda Sezen Aksu ve Ferhan Şensoy’un oynadığı Büyük Yalnızlık filminin sonundaki ayrılık sahnesinin enstrümantal müziği olan bu şarkıyı nasıl öveceğimi şaşırıyorum. Açılış şahane bir kemanla yapılıyor, tam gözlerimizi kapatmış onu dinlerken bir anda Sertab Erener’in kısacık ama çok etkili vokali bir bakıp çıkıyor. Sanki az önce İstanbul ve Tuana’da bizi oturduğumuz yerde oynatmaya meyleden aynı ses değilmiş gibi çok sakin, çok dingin bir yerden adım adım geliyor Levent Yüksel. Düzenlemesi de Onno Tunç’a ait olduğu için bu şarkıya neden bu kadar âşık olduğumu da sorgulamak artık yersiz gibi hissediyorum. “Öylesine, öylesine yalnızız ki” derken bu albümden kısa bir süre sonra kaybedeceğimiz Uzay Heparı’nın ardından hep birlikte düşecekleri boşluğun provası sanki. Ama ona rağmen yumuşaklığını kaybetmiyor. Nasıl bu kadar kalbimi kırıp aynı anda sırtımı sıvazlıyor olabilir bir şarkı, hayret ediyorum.

Albümün diğer cevherleri olan Kadınım, Beni Bırakın, Dedikodu, Bu Gece Son ve Yeniden Başla da başlı başına harika şarkılar. Özellikle Kadınım’da Levent Yüksel’in çaldığı enstrüman nedir bilmiyorum ancak onunla bambaşka bir havaya bürünmüş, hem açılışı hem de şarkının genel havası olan inceden inceye sorulan hesapları ve edilen sitemlerin arasındaki kısmı ondan dinlemek çok keyifli. Orhan Veli’nin şiiri olan Dedikodu, albümde Aksu’nun sözlerini yazmadığı tek şarkı. Bana kalırsa o kadar güzel olmuş ki, şiir halini unutarak haksızlığa ramak bırakmışız.

Kapanış

Son dönemeçte toparlamaya çalışacak ve fakat yine ister istemez övgüyle karışık geçmişe döneceğim. Muhtemelen müzik yolculuğunda tek derdi iyi bir bas gitarist olmak olan Levent Yüksel o dönemde TV programlarına davet edilirken bu çıkışı hayal ediyor muydu bilinmez, ama bugün geriye dönüp baktığında Türk pop müzik tarihine geçecek böyle kült bir albüm yapmış olmanın haklı gururunu eminim taşıyordur. Sezen Aksu’dan Onno Tunç’a, Uzay Heparı’dan Sertab Erener’e, Fahir Atakoğlu’ndan Erdem Sökmen’e kadar tertemiz bir miras, benzersiz bir best of. Bireysel olarak kalbimdeki yeri apayrı, ama birçoğumuzun çocukluğu, gençliği olan Med Cezir, dünden bugüne olduğu gibi şüphesiz ki bugünden de yarına anlatacağımız; zamandan ve mekândan bağımsız bambaşka bir albüm. Dünyanın ve müziğin yönü ne kadar değişirse değişsin, bizi hep kendi çemberimizde tutacak, düştüğümüzde elimizden tutup kaldıracak ve belki de biz bir gün “dua gibi, büyü gibi hasretini ezberlediğimiz” eski İstanbul’a, hatta eski Türkiye’ye kavuştuğumuzda arka fonda çalıyor olacak…