İstanbul için bir kazanım: Cheerz Festival
Geçtiğimiz hafta sonu, Life Park’ta gerçekleştirilen Cheerz Festival, hem güzel festivallerin ve konserlerin gerçekleştiği hem de bir o kadar festivalin ve konserin yasaklandığı 2022 yazının finali, hatta 2022 sonbaharının başlangıcı niteliğindeydi
Erkin Can SEYHAN | erkin@nedenozel.com
Psikolojik etkilerini halen taşıdığımız karantina dönemlerini unutmak için en büyük ihtiyacımız eğlence, sosyalleşme ve tabii ki müzikti. 2020 yazında hastalığın şokuyla, 2021’de de devletimizin ‘aç kapa’ modeli nedeniyle bir türlü kavuşamadığımız büyük konserler ve festivaller, 2022 yazında giderdiğimiz özlemin ne kadar derin olduğunu bir kez daha anlamamıza yardımcı oldu. Üstelik bu yıl, festival iptalleri ve konser yasaklarını da eş zamanlı olarak deneyimlediğimiz için sevdiğimiz gruplarla ve aynı müzik zevkini taşıdığımız insanlarla buluştuğumuz anın kıymetini eş zamanlı olarak anlama kabiliyeti kazandık. Normalde bilirsiniz, bir şeyler yaşanır ve aradan zaman geçtikten sonra dönüp bakınca “Ne günlerdi be” diye hayıflanırız. Bu yaz ise Deep Purple ve Nick Cave gibi, geçen sene hayalini kuramayacağım anların yaşandığı etkinliklerden çıktıktan 15 dakika sonra “Ne gündü be” demeye başlamıştım. Halen de diyorum. Bunun üçüncüsü ise benim açımdan, 24–25 Eylül’de gerçekleşen Cheerz Festival için gerçekleşti.

Cheerz Festival duyurulduğunda Joker’in 20’nci yılı etkinliği olarak lanse ediliyordu. Çok sevdiğim müzik yazarı Barış Akpolat’ın da ekibe dahil olduğunu görünce dikkatimi çeken etkinlikte yerli ve yabancı pek çok grup vardı. Açık konuşmak gerekirse islandman ve Lalalar haricinde, belki biraz da Evdeki Saat, yabancı gruplar dahi benim hayranı olduğum gruplar değil. Kadebostany ve Franz Ferdinand’ın büyüklüğünden şüphe yok. Ancak, ne yapayım? Bugüne kadar onlarla öyle güçlü bir ilişkim olmadı. Bu yüzden benim için festivalin zirvesi islandman ve Lalalar dinleyeceğim anlarda yaşanacaktı.
Life Park’a beklenenden kolay ve kısa sürede ulaşıp evime de aynı şekilde dönünce festivalden aldığım keyif zaten tavan yaptı ama biz Life Park’ın kapısından içerisini konuşalım. Birincisi, Deep Purple konserinde ilk defa gittiğim Life Park’ın bu kadar büyük bir yer olduğunu bilmiyordum. Bizim Deep Purple dinlediğimiz büyük alan, Cheerz Festival’de yalnızca ‘Main Stage’ olarak tanımlanan, Cheerz Festival’in bir kısmı olarak tasarlanan bir alandı. Bunun dışında iki sahne ve Garden Stage gibi alanların yanı sıra yeme-içme alanları ve çeşitli sosyal alanlar ile birlikte Life Park bildiğimiz kompleks bir tesis gibiydi. Ben, sürekli aynı yerde durduğum ve saatlerce birkaç grubun peş peşe sahne almasını beklediğim, üstelik değişim aralarında tekrar tekrar soundcheck ve kontrollere şahit kaldığım konserlerde çok yoruluyorum ama böylesine her an her yerde birçok şey bulabildiğim bir festivalde olduğum için çok mutluydum.
Festival birçok etkinliği kapsıyordu ama benim için en önemlisi tabii ki müzikti. Ancak, ilk güne büyük bir gafletle başlamam, iki günlük festivalin bütününe hayıflanış olarak dalga dalga yayıldı. Barış Akpolat’ın Garden Stage’deki DJ performansının ardından oturduğumuz yere kurulup Tuğçe Şenoğul’un sahnede olduğu sırada ise müziği uzaktan dinledik. O sırada bizim bulunduğumuz alanda stand-up gösterisi yapılıyor ama benim dikkatimi sürekli olarak Tuğçe Şenoğul’un sahnesinden gelen sesler çekiyor. Harika bir sound ve kaliteli bir müzik dinlediğimi fark ediyordum ve her şarkıda bu duygu derinleşiyordu ama iki saatten fazla yol çekmiş olmanın yorgunluğuyla oturduğum yerde, her geçen dakika biraz daha pişman olarak uzaktan dinlemeye devam ettim. Tuğçe Şenoğul’un bir konserine gitmem şart.

Benim için ilk günün en özel anı, islandman’in sahneye çıkışıydı. 2019’dan beri hayranı olduğum üçlüden Tolga Böyük ile festivali de konu alan bir röportaj yapalı henüz birkaç gün geçmiş olmasının da etkisiyle o dakikalarda çok mutlu oldum. Bir saat süren performanslarının sonunda islandman ile aynı memleketi paylaştığım için gururlanmaya varacak kadar duygu yoğunluğu yaşadım. Giriş parçaları en sevdiğim islandman parçası olan Dimitro iken, yanlış hatırlamıyorsam, Ağıt’ı çaldıkları sırada BaBa ZuLa’nın ‘Aşıkların Sözü Kalır’ına gönderme yapılması şahane bir detaydı. Benim için islandman’i özel kılan ise, esasen çok da aşina olmadığım türde bir müzik yapmaları ve bunu farklı kültürel köklerden beslenerek, saykedelik dokularla harmanlayarak yapmaları. Daha önce Aşık Veysel’in Kara Toprak adlı eserini yorumlayan grup, Cheerz Festival’deki performansları sırasında da yakın zamanda stüdyo kaydı olarak da yayınlanacak olan, Cem Karaca’nın Çok Yorgunum şarkısını, kendi yorumları ile icra ettiler.
Cheerz Festival’in ilk günü Franz Ferdinand konseri ile tamamlanırken benim aklım halen islandman’in performansındaydı. Bunu kendi memleketimin grubuna ‘torpil’ geçmek için söylemiyorum. Zaten ihtiyaçları da yok. Ancak iki günde de headliner’lardan evvel çıkan gruplarımız benim öyle yakın hissettiğim gruplar ki başka türlü bir duygu yaşamam zor. Ben 2014’teki Manowar konserine Pentagram için gitmiş insanım, öyle anlatayım. Ancak, Franz Ferdinand’ın performansı tabii ki çok etkileyici ve eğlenceliydi. Sonuna kadar kalamamış olmakla birlikte grubu dinlediğim sıralarda büyük keyif aldım.
İkinci güne gelince, benim için özel olan üç yerli grup vardı. Evdeki Saat, Nova Norda ve Lalalar. Doğal olarak festival alanına vardıktan sonra uzun bir süre Jam’s Session Stage’de vakit geçirdim. Bana kalırsa festivalin en güzel ortamı da Jam’s Session Stage’deydi. Daha butik bir alan olmasına rağmen orada çok rahat ve eğlenceli şekilde vakit geçirdik. Bunda tabii ki Jam’s Session Stage’de vakit geçirdiğimiz saatlerde festivalin farklı yerlerde farklı etkinliklerle devam etmesinin ve katılımcıların Life Park’ın dört bir yanına dağılmasının da payı var.
Jam’s Session Stage’deki Evdeki Saat konseri, hoş bir performans ile devam ediyordu. Grubun kendi şarkılarında da var olan Anadolu tınıları, finaldeki ‘Adana Köprübaşı’ performansı ile taçlandı. Takdir edersiniz ki Uzunlar, grubun en ilgi gören ve eşlik edilen şarkısıydı. Nova Norda ise, bilmediğimiz bir sebep nedeniyle sahneye belirtilen saatten daha geç çıktı. O sırada başka aktiviteleri gezebilirdik ama nedense bekledik. Nova Norda’nın performansı ise ‘iyi ki beklemişiz’ dedirtti. Önceki gün Tuğçe Şenoğul konseri sırasında yaptığım hatayı yapmamış olduğum için mutluydum. Ne yalan söyleyeyim ben ismini saydığım iki şahane müzisyeni ve birlikte sahneyi paylaştıkları ekipleri daha evvel pek dinlememiştim. Nova Norda’nın bildiğim bir iki şarkısı olsa da kendisiyle esasen Cheerz Festival’de tanıştım. Harika enerjisi ve güleryüzlü tavırlarıyla hepimizin modunu yükselten Nova Norda’nın doğru düzgün bildiğim tek şarkını Dinozorlar’dı. Çalmadan önce verdikleri mesajla ve şarkının girişindeki sıralı haykırışlarla Dinozorlar’a ayrı bir anlam kazandırdılar. Belli ki önümüzdeki birkaç ay daha Dinozorlar’ı ortak duygularla dinleyeceğiz gibi görünüyor, gerisine bakacağız. (gülücük)

Benim için ikinci günün zirvesi ise Main Stage’de Kadebostany öncesinde sahne alan Lalalar’ın performansı ile yaşandı. Ali Güçlü Şimşek’i birçok insanın aksine Çilekeş’ten değil de Bubituzak’tan tanıyıp severdim. Lalalar’ı ilk dinlediğimde de yine Ali Güçlü Şimşek ile karşılaşınca onun sürekli deneysel işler peşinde bir yolda ilerlemesine karşı duyduğum saygım arttı. Sahnede de ‘Lalalarspor’ kaptanı olarak tam bir frontman performansı sergileyen Şimşek’in Barlas Tan Özemek ve Kaan ‘Maestro’ Düzarat ile iletişimi de ‘Lalalarspor’ rumuzunun hakkını veren bir takım oyununu yansıtıyordu. 25 Eylül akşamı, Neşet Ertaş’ı kaybedişimizin onuncu yıl dönümüydü. Lalalar’ın ‘Mecnundan Beter Haldeyim’ ile başlayıp hafızam beni yanıltmıyorsa ‘Yalnız Ölü Balıklar Akıntıyı Takip Eder’ ile bitirdiği performansı zenginleştiren saygı duruşları; Gönül Dağı ile Neşet Ertaş, Lambaya Püf De ile Barış Manço için gerçekleşti. Tabii ‘Lambaya Püf De’ diyince benim aklıma o meşhur bağlama performansını gerçekleştiren Arif Sağ da gelir. Ona da saygılarımız, selamlarımız olsun. Canım Kardeşim’in film müziğinden beslenen ‘İsyanlar’ ve grubun arabesk çağrışımlı şarkısı ‘Abla Deme Lazım Olur’, gecenin etkili performanslarındandı. Ancak yine de en özel performans, kusursuz bir kapitalizm eleştirisi içeren ‘Yalnız Ölü Balıklar Akıntıyı Takip Eder’ üzerine oldu. Festivaldeki birçok grup, özellikle de yerli gruplar ve TuzBiber Stand-up ekibi, toplumsal sorunlara değinmiş bulundu ve bu çok kıymetliydi. Özellikle Nova Norda ve Lalalar’da bunun sağlam örneklerini gördük. Bu festivalin kitlesini oluşturan gençleri, muhtemelen lümpenlikle ve açıkça görülüyor ki “süfli heveslerle” bağdaştıranlara durumun öyle olmadığını anlatmakla enerjimizi kaybetmeye değmez ama en azından biz bizi bilelim.

Kusursuza yakın olduğunu düşündüğüm festivalde benim için tek handikap, TuzBiber Stand-up ekibinin gösterilerini yaptığı alanın Jam’s Session Stage olarak adlandırılan alandan gelen müzik sesinden fazla etkilenmesi oldu. Stand-up gösterilerinde sahnedeki insana konsantre olmak elzem bir durumdur ama her bir yanında farklı aktivitelerin döndüğü bir alanda böyle rafine bir gösteri gerçekleştirmek çok zor. TuzBiber’i daha geçtiğimiz ay Kadıköy’de bir barda da izledim ve seyircilerin konsantre olma olanağı konusunda bardaki ve festivaldeki ortamlar arasında ciddi bir fark var. İyi niyetli ve festivalin çeşitliliğine katkı sağlayan bir organizasyon olmasına rağmen bu handikapların azizliğine uğradılar. Yalnızca ilk gün izleyebildim ve sahnedeki komedyenlerin birçok dış faktörden etkilendiklerini gözlemledim. Bu, yaptıkları işin etkisinin azalmasına neden oldu ama yine de gösterdikleri emek ve performansın hakkını teslim etmek lazım. Eğer stand-up gösterilerini seviyorsanız TuzBiber’in periyodik olarak düzenlediği gösterilere gitmenizi öneririm.
İki günün sonunda, belki de organizasyondan çeşitli kişilerle ve gruplarla iletişime geçip röportaj yapmış olmanın da etkisiyle, Cheerz Festival türünde bir festival ile yaza veda ettiğimiz için mutlu oldum ve gelenekselleşmesini umduğum bu festivali ilk yılında bir dinleyici olarak sahiplendim. Açık konuşmak gerekirse benim yoğun olarak dinlediğim müzik türlerini kapsayan bir festival değil ama benim ‘esas’ zevklerim, ağırlıklı olarak eskilere dayandığı için, halbuki henüz 27 yaşındayım, daha bu genç yaşta ‘yaşlanmamak’ adına memleketteki yeni dalgalara da hâkim olmam lazım. Cheerz Festival gibi birkaç festival olsa, biz bu memlekette daha yolun yarısına bile gelmemiş olan onlarca grubu bir arada dinleyebiliriz. Birçok iyi yabancı grubun da olduğu bir festivalde yerli grupların böyle kıymet görmesi ise bir başka mutluluk. Franz Ferdinand sahnedeyken grubun solisti Alex Kapranos, Rock’n Coke konserini hatırlatınca herkes alkışladı. Herkesin içinde Instagram’daki yakın geçmişlik nostalji sayfalarının paylaşımları canlandı. Cheerz Festival ise 2022 yazında kazasız, belasız, yasaksız gerçekleşmeyi başaran ‘şanslı’ festivallerle birlikte yaşadığımız duyguları nostalji olmaktan çıkardı. Deep Purple gelip Life Park’ta çaldığında girdiğimiz yazdan yine Life Park’taki Kadebostany konseri ile çıktık. Eğer bu yılki zor şartlarda gerçekleştirilen Cheerz Festival bir gelenek olacaksa, dileyelim ki şu çok güzel haliyle bile en kötü yılını yaşamış olsun.