Konserler

Rüya Gibi Bir Akşam: İstanbul, İKSV, Nick Cave & and The Bad Seeds

2000’lerin sonu, 2010’ların başları; özellikle de 2013’e kadar benim Beyoğlu ile ilişkim, sığ sularda denizi tartıp ileri doğru atacağı adımlar konusunda ince adımlar atan ve yüzmeyi yeni öğrenen bir çocuk gibiydi. O dönemlerde 90’lardan ve 2000’lerden bize anlatılan Beyoğlu; özellikle de Taksim ve Asmalı Mescit, bugün geçirdiği hastalıklı dönemden farklı olarak, Anadolu Yakası’nda yaşayan bir çocuğa lise ve üniversite yılları ile ilgili çok güzel hayaller kurduruyordu. 2000’lerin sonlarında Avrupa Yakası’nın merkezi yerlerinde, özellikle de İstiklal Caddesi ve çevresinde dolandığım ilk dönemlerde başım dönüyordu. Çevremde ulusal ve uluslararası birçok önemli kuruluş; kültür merkezleri, eğlence mekânları, başkonsolosluklar, sahaflar, eğitim kurumları, tarihi yapılar ve vakıfları gördüğümde bu büyülü muhitin, “oraların yenisi” bir insan tarafından, özellikle de genç bir insan tarafından öyle bir anda aşina olunamayacağını hissetmiştim. Bir değil, on değil, yüzlerce tabela arasından ise yalnızca Galatasaray Lisesi ile İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) tabelaları, belki de algıda seçicilikten, her seferinde gözüme çarpıyordu. O zamanlar caz festivalleri, rock festivalleri, lokal festivaller vs. çok fazla şey duysam da müzikle ilişkim henüz evrensel boyutlara varmış olmadığından İKSV’nin etkinlikleri, afişleri benim uzaktan göz attığım, mistik “şeyler” niteliği taşıyordu. Zira 15–16 yaşlarında bir müzik dinleyicisi olarak o dönemler ihraç ettiğim tek müzik türü Thrash Metal olduğu için o çeşitliliğe hakim olmakta güçlük çekiyordum.

İKSV’nin 50. Yıl Özel Etkinliği için düzenlenen Nick Cave & the Bad Seeds konserinin afişi

Bu kişisel hikâyeyi anlatmak istedim çünkü dün akşam yaşadıklarımız, benim açımdan 10 yılı aşkın bir süredir arzuladığım bir deneyimin realize olmuş haliydi. Yıllar içinde İKSV’nin özellikle Caz Festivalleri çok ilgimi çekti. Her güncel festivalle birlikte eski festivallerin de programlarını inceledim. Zaten hazırladıkları festival materyalleri, basılı içeriklere karşı güçlü bir ilgisi olan ve en nihayetinde bugünlerde gazeteciliğe adım atmış olan bir insan olarak benim çok ilgimi çekiyordu. Basın sponsorları bölümünde gördüğüm gazete logolarına bakarken bile büyük bir keyif alıyordum. İnsan, bir festivalin bu kadar paydaşı olduğunu gözlemlediğinde söz konusu festivalin ihtişamı da büyüyor. Üstelik bu festivaller bir de onlarca yıllık gelenekler haline geldikleri için geldiğimiz noktada her yılın belli dönemlerinde, özlemden veya heyecandan da ziyade, alışkanlıkla beklenen etkinlikler olarak zihnimize yerleşiyorlar. Bugün klasik müzik dinleyin ya da dinlemeyin, eğer bu konuda benimle aynı hisleri paylaşıyorsanız seneye biri çıkıp “Bu sene İstanbul Müzik Festivali yapılmayacak.” dese, muhtemelen hepimizin içinde bir boşluk oluşacak. Artık böyle bir şey. Nick Cave & The Bad Seeds’in İKSV’nin 50. Yılında sahne almasına gelmeden önce bunları anlatmam gerekiyordu, şimdi konsere gelelim.

Fotoğraf: İKSV

En son 2018 yılında, 25. İstanbul Caz Festivali’nde memleketimize gelen Nick Cave & The Bad Seeds, o yıl gidemediğim için üzüldüğüm konserlerden biriydi. Üniversite hayatımla ilgili geçirdiğim kötü günlere bağlı olarak yaşadığım sorunlar, festival dahilinde Robert Plant & The Sensational Space Shifters ve Steven Wilson konserlerine de gidememiştim. Dün akşamki konsere bütün bunların ve sonrasında yaşanan pandeminin yarattığı ukdeleri yenmek üzere gittim. İlk keşfettiğimde heyecanlı heyecanlı afişlerini inceleyip anlamaya çalıştığım kurum için de özel bir günde müzik tarihinin en ikonik figürlerinden birini ve sahnede izlediğim en renkli ekiplerden birini izlememe artık saatler kalmıştı.

Gazeteden çıkıp gittiğim konserde, ön grup Black Country, New Road’ın performansına kısmen yetişebildim. 2018’de kurulan ve hem geçtiğimiz yıl yayınladıkları For the First Time hem de Ants From up There albümleri ile büyük beğeni toplayan grup, sahnedeki performansı ile büyük bir grubun ön grubu olmaktan ziyade bütün olarak festival niteliği taşıyan bir akşamın önemli tamamlayıcılarından biri olarak seyircilerin ilgisini çekiyordu. Son albümlerinin ikonik kapak fotoğrafı çok ilgimi çekmişti ve kendilerini tanıdıktan kısa bir süre sonra onları sahnede izlemek benim açımdan keyifli bir deneyimdi. Kendi adıma böyle bir iddia taşımasam da gözlemlediğim kadarıyla çevremde çok sıkı Black Country, New Road fanları vardı. Onlar adına çok keyiflendim çünkü konser alanı, erkenden ciddi bir doluluk oranına ulaşmıştı ve ön grubun ilgiyle takip ediliyor olması, Nick Cave & the Bad Seeds öncesindeki atmosferi zirveye çıkarmıştı. Ants From Up There albümünü bir iki kez dinlesem de konserden önce yeterince sindirememiş olduğum gruba, bundan sonra daha yakın ilgi göstereceğime eminim. Eğer post-rock ve art-rock dokularıyla zenginleştirilmiş deneysel bir müzik dinlemek isterseniz grubun iki albümüne de vakit ayırmanızı, kendimle birlikte size de öneririm.

Black County, New Road (21.08.2022, Parkorman) Fotoğraf: İKSV

Büyük an geldiğinde saatler 21.25’i gösteriyordu. Konser programına sadık kalmanın ayarını kaçıran ‘Nick Baba’ ve şahane ekibi The Bad Seeds, beş dakika da erken gelmişlerdi. Konser girişine yaraşan Get Ready for Love ile yapılan başlangıç, Parkorman’daki insanların heyecanını tavana vurmaya başlamıştı. Sahnedeki görkemli duruşu ve yüksek enerjisi ile Nick Cave, aynı anda hem bir rockstar hem de ödül törenine gitmiş ikonik ve janti bir İtalyan futbolcuyu andırabiliyordu. O ise bunların hepsinin üzerinde dünya müzik tarihine mâl olmuş Avustralyalı bir müzik efsanesi olarak gecemizi her geçen dakika daha da güzelleştiriyordu. The Bad Seeds’in vokal üçlüsü ve grubun en nev-i şahsına münhasır abisi Warren Ellis ise Nick Cave’den geri kalmayarak konsere renk katıyorlardı.

Warren Ellis (Fotoğraf: İKSV)

The Bad Seeds, bütün bir ekip olarak işini konser boyunca mükemmel bir şekilde sürdürürken özellikle Warren Ellis’in yaptıkları, en az Nick Cave kadar seyirciyi heyecanlandırıyordu. Tabii Nick Baba ise ilerleyen dakikalarda ihaleyi büyütüyor, seyircilerle iletişim kurarken onların üzerine düşüyor ve tüm bu olaylar, alkış ve kahkahalarla karşılanıyordu. Zaten bunlar eğlencenin bir parçasıydı ama öyle de bir atmosfer oluşmuştu ki birçok konserde görebileceğiniz ufak tefek gerilim sebeplerini geçin dün akşam oraya çığ düşse eğlencesini bozmayacak binlerce insan vardı.

Nick Cave’in birçok insana göre en güzel hareketleri ise seyircilerle iletişim kurarken onların ellerindeki kitapları, albümleri imzalaması, kendisi için yazılan pankartı hayranından alarak duvarına asacağını söylemesi ve seyircilerden birinin rahatsızlandığı sırada süreci çok iyi yönetip seyircileri ile samimiyetle iletişim kurmaya devam etmesi oldu. En büyük olay ise sahne önünde sürekli yaptığı için arkalarda kalan insanları kıskandıran etkileşimini, konser alanının arkalarına taşıması oldu. Tam da bizim olduğumuz alana çok yakın bir noktaya kadar seyircilerin omuzlarında gelen Nick Cave, birkaç metre önümüzde dakikalarca şarkı söyleyip seyircileri alkışladı. Özellikle büyük mekânlardaki konserlerde arkalarda kalan seyircilerin yaşadığı ufak burukluğu bilirim. Koskoca Nick Cave’in binlerce seyirci arasına dalarak bizim bulunduğumuz yere gelmesi ve hayranları ile el ele tutuşup şarkılar söylemesinin kıymetini ölçmenin bir yolu var mıdır bilmiyorum.

Fotoğraf: İKSV

Benim Nick Cave & the Bad Seeds ile konser dışındaki ilişkimi düşününce çok fazla ön plana çıkardığım, özel bir yönüyle diğerlerinden ayrılan bir parça yok. Genellikle pek çok şarkıyı aynı duyguyla dinlerim ama konser özelinde O Children, Red Right Hand ve City of Refuge’dan ayrı bir keyif aldığımı belirmeliyim. Red Right Hand’deki performansı başta olmak üzere ksilofon ve perküsyon performansı ile Jim Sclavunos da benim için konserin yıldızlarından biriydi. O Children, konserin ballad olarak; City of Refuge ise yüksek enerji bakımından benim için zirve anları oldu.

Yazının girizgâhını yaptığım kültürel ortam, Türkiye’nin güncel durumları nedeniyle her geçen gün uzaklaşma tehlikesiyle karşılaştığımız bir olgu. Pandemi ile birlikte müziğe baskının artması ve kültür-sanat etkinliklerinin insanlar açısından yüksek maliyetli olgular haline gelmesi, içimizde çok yakın geçmişe karşı dahi bir özlem duygusu besliyor. Böyle bir ortamda Türkiye’de bu konserin yapılması çok özel. İKSV ve etkinlikleri, kamu kuruluşları ve güçlü sponsorlar tarafından desteklendiği için, olması gerektiği gibi, Nick Cave & the Bad Seeds konserinin tanıtımı çok güçlü bir şekilde yapıldı. İsim de bu kadar güçlüyken insanların beklentisinin yükselmesi sürpriz değil. Ben ilk defa Nick Cave & the Bad Seeds konserine giden biri olarak bir hayli yüksek bir beklentiyle gittim. Böyle durumlarda insanın beklentileri ile gerçekte gördüğü bazen çatışabilir ama Nick Cave’in frontmanliği, bizim beklentilerimize meydan okudu ve değil beklenti, hayal ötesini zorlayacak seviyelere ulaştı. Birçok insan dünkü konserle ilgili “ayin” benzetmesi yapmış. Gerçekten de rüya gibi, büyüleyici bir akşam oldu.

‘Nick Baba’ seyirciyi harika yönetti. (Fotoğraf: İKSV)

Dünkü konserde güçlü bir kalabalık olarak aynı duyguları paylaşmanın ne kadar özel bir duygu olduğunu tekrar deneyimledim. Bu memleketin müzikseverleri olarak tutkunu olduğumuz en özel olguyu, çekilmeye çalışıldığı bataklığa ve çölleşmeye teslim etmemek için gösterdiğimiz kararlı duruşun zirve yaptığı anlardan birini yaşadık. Bir yıl öncesine dönünce pandemi, bir yıl sonrasına bakınca seçimlerin göründüğü şu 2022 yazının, hatta belki de birçoğumuz için hayatımızın, açık ara en iyi konseri, dün akşam İstanbul’un en güzel konser mekânlarından Parkorman’da gerçekleşti. Ben, iyimser bir insan olarak bazı zamanlar eleştirilecek şeyleri gözden kaçırmak gibi bir hataya düşebiliyorum ama dün akşamla ilgili, sabaha kadar da düşünsem, dert etmeye değecek bir kusur bulamazdım. Hem Nick Cave & the Bad Seeds hem iyi ki 50 yıldır burada olan İKSV hem Parkorman hem de seyircinin güzelliği sayesinde internette imrenerek izlediğimiz/dinlediğimiz konser kayıtları gibi bir örnek ortaya koyduk. İnsanlarda büyük beklenti yaratmak kolay, onu karşılamak zor esas olan. Dün akşam ise beklentimizin ve neredeyse hayal gücümüzün ötesinde bir konser ile ihya olduk. İstanbul’a böyle günler çok yakışıyor. Emeği geçen herkese teşekkürler.

Erkin Can Seyhan

Gazeteci, müzik aşığı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir