AlbümlerKült Albümler

Yeni Türkü | Buğdayın Türküsü (1979)

Ne büyük şanstır ki çocukluktan beri geniş ailemdeki belirli kişilerin de etkisiyle müzik üzerine çok fazla muhabbete şahit oldum. Hiçbiri müzikolog veya müzik yazarı değildi tabii, yalnızca birbirinden farklı ama çok da ilişkisiz olmayan türlerde müzikler dinliyordu. Babamın aldığı kasetlerle Kızılırmak’ı, Arif Sağ’ı; annemin aldığı kasetle Haluk Levent’i, amcamın evinde bulduğum kasetlerle Grup Çığ’ı, Zülfü Livaneli’yi ve Erkan Oğur’u; kuzenlerimin bilgisayarlarındaki mp3 arşivleri ile Eric Clapton, Iron Maiden ve Pink Floyd’u keşfediyordum. Hatta rap dinlemem ama yaşıtım bir kuzenim sayesinde 2000’lerdeki rap kültürüne az biraz aşinaydım. Ceza’nın Rapstar albümü ise belki de rap ile mesafeli birçok insan gibi benim de en aşina olduğum rap albümü olabilir. E insanlardan beslendiğim kadar televizyondan, radyodan ve internet kullanmaya başladıktan sonra kendi çabamla ulaştığım kaynaklardan da keşiflerim oluyordu. Yaşadığımız semt Sarıgazi, 2004’e kadar SHP yönetiminde bir belde olarak Moğollar, Kazım Koyuncu, Arif Sağ, Edip Akbayram ve Musa Eroğlu gibi isimleri ağırlıyordu. Böyle bir ortamda müzik ile ilgili ne duyarsam duyayım kulak kabartıyordum. Özellikle sol çevrelerde dinlenen; halk müziği ve “özgün müzik” olarak tanınan türlerden dokular taşıyan, şiir bestelerinin hatrı sayılır bir itibara sahip olduğu ve protest yönü ağır basan müzikler, bizim çevrede neredeyse kutsaldı. Geniş aile olarak içimizde aktif siyasetle ilgilenmiş ya da ilgilenmekte olan kimse yok ama Cem Karaca, Aşık Mahzuni Şerif, Bulutsuzluk Özlemi ya da Kızılırmak gibi isimler tabii ki herhangi bir pop müzisyenine göre daha çok seviliyordu. Bu müzikler, benim o dönemki algılarıma göre kutsalmış gibi geliyordu. Hatta bunlar, özellikle pop müziğe karşı büyük bir anti olgu niteliğindeydi. 2000’lerin sonları itibariyle toplum üzerindeki sosyal etkisini artıran AKP iktidarının etkisiyle, aktif olarak siyasetle ilgilenmesek bile bireysel bir yurttaş olarak politize olan bir kuşak olarak biz de yaşadığımız dönemde kendimizi politik olarak ifade etmek için müziğe sarılıyorduk. Bu duyguyu taşıdığım dönemlerin merkezinde yine bir akrabam sayesinde Yeni Türkü ile tanıştım. Daha önce ismini duyduğum ama hiç dinlemediğim bu grup, kısa zamanda hayatımda çok kıymetli bir yere geldi. İlk başlarda daha popüler şarkılarını dinlediğim grubun ilk albümü Buğdayın Türküsü ise keşfettiğim günden beri bendeki 70’ler algısını güzelleştiren önemli eserlerden biri. Bugün bu albümü konuşacağız, keyifli okumalar…

İlk olarak albümün şarkı listesine bakalım:

  1. Buğdayın Türküsü
  2. Sardunyaya Ağıt
  3. Gelincik
  4. Bekçi Kazım Türküsü
  5. Mapushane Kapısı
  6. Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü
  7. Sonbahardan Çizgiler
  8. Özgürlük
  9. Bir Ölü Daha Geçti
  10. Sen
  11. İşçi Marşı

Yazıyı okurken albümü dinlemek isterseniz tıklayınız.

Albümün Kısa Hikayesi

Yeni Türkü | Buğdayın Türküsü (1979, ZE Plak)

Burada 70’lerin albümlerinden çok defalar bahsettik. Bu albüm, bu sitedeki onuncu 70’ler albümü. Diğer albümlerin çoğu Anadolu Pop ekolünden geldiği için benzer dokular taşıyordu ama Yeni Türkü’nün memleket müziğimizdeki konumu biraz daha farklı. Politik hassasiyet ve duruş noktasında dönemin ruhunu yansıtan albüm, müzikal açıdan farklı bir yerde konumlanıyor. Bununla birlikte grubun ilk albümü olan Buğdayın Türküsü, bugün bile sokaklarda, meydanlarda duyduğumuz; geçerliliğini halen sürdüren politik şarkıları ile Yeni Türkü’nün politik yönü en güçlü albümü.

Yeni Türkü’ye ismini, şair ve yazar Yaşar Miraç vermiş. Yeni Türkü, aynı yıl Miraç tarafından yayınlanan edebiyat dergisinin de ismi olarak biliniyor. Üstelik Güney Amerika orijinli “Yeni Şarkı” ve “Yeni Türkü” akımları da Yeni Türkü’nün müziği ile bağdaşıyor. Bu anlamda güncel bir örnek de vermek gerekirse geçtiğimiz aylarda ülkemizde turne gerçekleştiren ve Ankara’da Yeni Türkü ile birlikte sahne alan Inti-Illimani’den bahsetmek mümkün. Ben de o turnenin İstanbul ayağında Inti-Illimani’yi Moğollar ve Peyk ile birlikte dinleme şansı elde etmiştim. Yeni Türkü’nün günümüzdeki kadrosunda, ilk kadrosundan yalnızca Derya Köroğlu yer alıyor. Köroğlu, halihazırda grubun adeta frontmani gibi. Buğdayın Türküsü ise Derya Köroğlu ve Selim Atakan’ın multi-enstrümanist yönünün ön plana çıktığı, Zerrin Atakan’ın da vokalleriyle yer aldığı; üç kişinin zengin katkıları ve emeği ile ortaya çıkmış bir albüm. Zengin bir enstrümantal içeriğe sahip olmakla birlikte sade ve hoş tınılarla ilerleyen albüm, Ankara’da Ümit Eroğlu’nun stüdyosunda kaydedilip ZE Plak etiketiyle 33’lük olarak yayınlanıyor. Buğdayın Türküsü, bir yıl sonraki darbeden sonra geçirdiği dönüşümle hızla bambaşka bir ruh haline bürünecek olan Türkiye’nin müzik hafızasında, birçok müziksever için özel anlamlar ifade eden 70’lerin son demlerinde yayınlanmış bir albüm olarak Pablo Neruda’nın, Can Yücel’in ve Nazım Hikmet’in dizelerini bir plakta buluşturuyor. Grup albümü yayınladıktan sonra kadroya dahil olan yeni isimlerle birlikte topluluk genişliyor ama 12 Eylül 1980’den sonra Buğdayın Türküsü, solcu şairlerin dizelerini taşıdığı için yasaklanıyor ve Yeni Türkü’nün yolculuğu, grubun erken döneminde kısa bir sekteye uğruyor.

Albümü Özel Kılan Detaylar

Görsel: Sol Müzik Arşiv

Türkiye’de “kent ozanlığı” tabiri çok meşhurdur. Benim de sevdiğim bir kavramdır ki sevdiğim yerli sanatçılar arasında “kent ozanı” olarak tanımlanabilecek isimlerin sayısı da hatrı sayılır seviyede. Tabii birçok kavram gibi kent ozanlığının da farklı dokuları ve lezzetleri var. Yeni Türkü’nün müziği, mizaç olarak bu dokulardan birini temsil ediyor. Yeni Türkü’nün sonraki albümlerinde bile görmediğimiz, farklı bir mizacı olan bu albüm, Türkiye’de sonraları “özgün müzik” olarak tek bir tanıma sıkıştırılmış ama içinde çok fazla sayıda kötü taklit de barındıran bir akımın belki de en iyi, daha da önemlisi öncü temsilcilerinden.

Albümde, bir müzik dinleyicisi olarak çok riskli olduğuna inandığım şiir besteciliğinin çok iyi işlendiğini görüyoruz. Mesela, kıymetli şair Can Yücel’in şiirleri Sardunyaya Ağıt ve İşçi Marşı’nı dinleyince memlekette yapılmış kaliteli şiir bestesi örneklerinden ikisi ile karşılaşıyoruz. Özellikle Sardunyaya Ağıt’ı ayrı bir yere koymak ve Selim Atakan’ın hakkını teslim etmekte yarar var. Müziği ve düzenlemesi ile Sardunyaya Ağıt, bu albümden ziyade türünün en güzel örneklerinden biri. Ud ve flütün şarkıdaki rolü, vokallerin duruluğu ve ud ile gitarın şarkının ana melodisindeki uyumlu yürüyüşü büyüleyici. Sardunyaya Ağıt’ın birçok iyi versiyonu var. Albümdeki versiyonunun yanı sıra grubun TRT’de enstrümantal olarak icra ettiği video -ki burada Derya Köroğlu, vokal melodisini bağlama ile çalıyor- ve, farklı bir beste olarak, Fazıl Say ve Serenad Bağcan’ın Sardunyaya Ağıt yorumlarını şiddetle tavsiye etmek, benim boynumun borcu.

Görsel: Sol Müzik Arşiv

Derya Köroğlu’yu günümüzde gitarist ve vokal olarak tanıyoruz ama Yeni Türkü’nün ilk döneminde bağlaması ile çok güzel işler yapmış. Albümün tek enstrümantal parçası Gelincik, adeta Jethro Tull’dan türkü dinlemek gibi bir hissiyat sunuyor. Flüt ve bağlamanın flört ettiği parçayı dinledikçe insanın içinde bahar geliyor, çiçekler açıyor. Bağlamanın bu parçadaki gibi sade tınılarla, neredeyse çıkan tüm sesleri tane tane algıladığımız şekilde çalınması da ayrıca sevdiğim bir detay. Derya Köroğlu’nun bestesi olan Gelincik’te tek bir bağlama sesi duymuyoruz. Buradan da anlaşılacağı üzere albümün kayıtları, oldukça titiz bir şekilde ilerlemiş. Üç kişiyle, böylesine çok sesli bir albüm yapmak gerçekten saygıdeğer bir iş. Bu durumun benzerini Jazz Semai’de de konuşmuştuk.

Çoksesliliğin en güzel örneği de bizim “Mamak Türküsü” olarak da bildiğimiz Sonbahardan Çizgiler’de karşımıza çıkıyor. Dört buçuk dakikalık parçanın ilk iki dakikası oldukça yoğun bir girişe sahip. Yollarda olmanın hayalini dile getiren ve sözleri Kemal Burkay’a ait olan parça, özellikle “Şirin mi şirin gecekondu evleri / Samsun asfaltında otomobiller” betimlemesi ile her zaman ilgimi çekiyor.

Albümdeki bazı parçaların bugün bile sokaklarda, meydanlarda, mitinglerde karşımıza çıkabildiğini söylemiştim. Bu anlamda ön plana çıkan iki parçaya değinelim. Bunlardan biri Can Yücel’in şiiri olan İşçi Marşı. Sözleri “Hava döndü işçiden / İşçiden esiyor yel” cümleleriyle başlayan şarkı, o dönemde işçilerin mücadelesinin güçlenmesine atıfta bulunuyor. Gönül isterdi ki o dönem için bir öngörü niteliği taşıyan bu şarkı, kısa vadede haklı çıkmış olsun ama şiir 1977’de Cem Karaca & Dervişan, 1979’da da Yeni Türkü tarafından bestelendikten kısa bir süre sonra Türkiye, 1980 darbesi ile yüzleşiyor ve neo-liberalizm ile tanışıyor. Aradan geçen 42 yılda hava zaman zaman toplumun çoğunluğunu kapsayan sınıfsal kimliklerden yana döndüğünü hissettirse de ülkenin siyasi atmosferi üzerinde tahakküm kuran kimlik siyasetinin etkisi, insanların sınıfsal olarak hak aramayı geçin haklarından haberdar bile olmadıkları bir ortam yarattı. Aslında bu konuda gereken toplumsal dönüşümün yaşanmasına vesile olabilecek musibet ile yüzleşmiş durumdayız ama bakalım buradan ne çıkaracağız. Sözleri Yaşar Miraç’a ait olan Özgürlük ise, benim özellikle Kadıköy iskelesinde farklı sosyalist toplulukların standlarında sıklıkla rast geldiğim bir müzik. Halk ozanlarına ve şairlere atıfta bulunarak anlatısını dile getiren şarkının piyano ile icra edilen ana melodisi, basit ama oldukça hoş bir melodi.

Kapanış

Görsel: Sol Müzik Arşiv

Buğdayın Türküsü, Yeni Türkü’nün en “popüler” şarkılarından hemen hemen hiçbirini kapsamayan bir albüm. Grubun 80’lerden sonraki müziği Buğdayın Türküsü’nden farklı olarak protest ve epik yönüyle değil de lirik yönüyle ön plana çıkan albümlerle devam ediyor. Gelinen noktada bugün Yeni Türkü’nün konserlerine giden insanların beklentisi de ağırlıklı olarak lirik şarkıların ön planda olması yönünde. Kaldı ki ben de Yeni Türkü’nün sonraki albümlerindeki pek çok şarkının hayranıyım. Burada Buğdayın Türküsü’nü yazma sebebim ise hem grubun ilk albümü olarak farklı bir mizaçta olması nedeniyle grubu farklı bir gözle görmek isteyenlere vesile olmak hem de 70’lerdeki çeşitliliğin içinde farklı bir tarzı olan bir albümü ele almak oldu. Bununla birlikte Sardunyaya Ağıt, İşçi Marşı ve Özgürlük’ün günümüzde de geçerli yönlerinin olması, günün politik ve sosyal atmosferinde savrulanlar için albümü geçmişten gelen bir dost niteliğine kavuşturuyor. Bugün ne hissediyorsak benzerleri geçmişte de hissedildi, belki gelecekte de hissedilecek. Her zaman geçerli olan ise umudun hep var olduğu. Ne bugün sosyal olarak kendi aramızda ne de tarihsel olarak kendi çağımızda sıkışmış ve yalnız değiliz. Anlamak, empati kurmak ve aynı duyguları hissetmek için müzik, araç demek istemiyorum, etkili bir aracı.

Bu Albümün Nesi Güzel’den bu haftalık bu kadar. Eğer beğendiyseniz Medium hesabımızı takip etmenin yanı sıra podcastimizi takip etmek için Spotify, bültenimize abone olmak için Revue, sosyal medya hesaplarımızı takip etmek için ise Twitter ve Instagram hesaplarımızı da takibe alabilirsiniz. Paylaştığımız çalma listelerine ulaşabileceğiniz Spotify profiline de buradan ulaşabilirsiniz. Yazımızı okuduğunuz için çok teşekkürler, haftaya görüşmek üzere…

Erkin Can Seyhan

Gazeteci, müzik aşığı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir